Haber

Kitle Psikolojisi, Muhalefet ve Kronik Duygusallık

Değerli okurlarım, siyasi gündeme bir sanatçı gözüyle bakarak yazdığım yorumumu, Atatürk’ün işaret ettiği sanatçı olmaya çalışan biri olarak sorumluluğumun gereği olarak sizlerle paylaşıyorum.

2015 seçim gecesi fabrikaların satıldığı illerde, hatta Soma’daki maden faciasının ardından orada bile iktidar “Bu nasıl olur?” Şaşıran TV yorumcuları oldu. Açıkçası bu sonuca şaşıran ücretli yorumcuları izledim. Çünkü bu seçim sonuçları fiziksel yani durumun kurallarından çok kitle psikolojisi ve psikanalitik nedenlerle alakalıdır. Bu yüzden bir sanatçı olarak bu toplum gerçekliğini size hatırlatmak için bu yazıyı yazdım.

Gelelim bu konuda insanın psikanalitik yönüne; Sigmund Freud da Kitle Psikolojisi ve Ego Analizi1895 yılında yazdığı kitabında alıntı yaptığı ünlü Fransız psikanalist Gustave Le Bon Türkçe’ye çevrilmiştir. Kitlelerin Psikolojisiolarak çevrilmiştir.

O zamanlar Freud ve Le Bon güncel gelişmeleri adeta detaylıca anlatmışlardı. Konumuzla ilgili cümlelerden bazı alıntılar yapayım.

“Le Bon, ister bir hayvan sürüsü ister bir grup insan olsun, belirli sayıda canlı bir araya geldiğinde içgüdüsel olarak bir liderin otoritesi altına girdiğini düşünüyor.”*

“Kitleler baskıyı sever. Güce saygı duyarlar. Kitlelerin yönelimi her zaman zalim, baskıcı kurallardan yana olmuştur.”

“Liderin muazzam bir güce sahip olması kitle için önemli değil. Önemli olan, insanların onun bu güce sahip olduğunu düşünmesi.” Kalabalıktaki her birey, liderinin gücünü maksimize etme eğilimindedir. Bir kez ona bağlandığında, tüm kusurları ve kusurlarıyla bağlanır ve itibarı için her şeyi yapar.

“Kitleler daha çok hayal güçleriyle hareket ediyor. Ne kadar büyük ulaşılamaz hayaller sunarsanız, o kadar çok etkilenirler. Seyircinin rüyalardan etkilenmesi, rüyanın detayları ile ilgili değildir. Olasılık da önemli değil. Büyük bir olay olması önemli.”

“Kitle psikolojisini yeterince bilen aday, rakip aday söz konusu olduğunda en rezil kişilerden biri olduğunu söyler. Birçok suça bulaştığını ve herkes tarafından tanındığını iddia ve tekrarlar ve bunların yayılmasına izin verir. Bu şekilde seçmen nezdindeki prestijini baltalamaktadır. Burada kanıta veya ispata gerek yoktur. Rakip aday kitle psikolojisini doğru dürüst bilmiyorsa kendisine yöneltilen iftiralara aynı düzeyde cevap vermek yerine bir takım delillerle kendini savunmaya çalışacaktır. O andan itibaren kazanma şansını kaybeder.”**

Görüldüğü gibi Le Bon ve Freud gibi psikanalistler, fabrikaların satıldığı bölgelerde, Soma gibi büyük felaketlerin yaşandığı bölgelerde hükümetin yüksek oy almasının psikanalitik sebeplerini, Soma gibi psikanalistlerin kayıplarını ayrıntılı olarak kaleme almışlardır. kendini savunmaya çalışan ve iftiralar karşısında pasif kalan adaylar. Adeta ülkemizin seçimini analiz etmişler gibi değil mi?

Bu bahislere pek aşina olmayanlar için şunu belirteyim. İnsan türünün bu davranışı ilkel zamanlardan kalma dürtüsel, bilinçaltı yönelimlerdir ve bilimsel sonuçlara dayanmaktadır. Freud ve Le Bon gibi insan bilim adamlarının bu bilgileri, tüm dünyada giderek daha fazla gelişerek başta siyaset olmak üzere ticaret, reklamcılık ve piyasa yönetimi gibi çeşitli alanlarda algı oluşturmak ve algıyı değiştirmek için propaganda gerektiren her durumda kullanılmıştır. o zamandan beri dünya.

Şimdi insanın bu bilimsel ilişkilerinden yola çıkarak muhalefetin yani CHP’nin kronikleşen duygusallığına geçelim.

Muhalefetteki kişiler genellikle hükümetin gerçekçi olmayan argümanlarla algıları değiştirdiğinden şikayet ederler. Ancak onlar bunun farkında değiller ama asıl algısı değişen muhalefet ve CHP’liler. Çünkü iktidar, 100 küsur yıllık bir kökene sahip olan kitle psikolojisinin temellerini doğal olarak ve bir hak olarak kazanmak için kullanmıştır. Tam da bu doğrultuda “muhalefet yoktur” veya “CHP yetersizdir, lideri yetersizdir, beceriksizdir” ifadelerini bilinçli ve bilgili bir şekilde kullanmıştır. (Sık tekrarlar büyük yalanları bile doğru kabul ettirebilir. Sigmud Freud) Bir süre sonra bu tekrarlardan tüm toplum gibi birçok CHP seçmeni de etkilendi ve “Muhalefet yetersiz!” Yani Kılıçdaroğlu yetersiz ifadelerini yüksek sesle dile getiriyor. Yani algıları değişti.

Gerçeğin bu olduğu çok açık. Çünkü hem kendileri söylüyor, hem de tarafsız yabancı gözlemciler tarafından seçimin hakkaniyetli, adil ve antidemokratik olmadığını teyit eden raporlar yayınlanıyor. Bunu bilmelerine rağmen orantısız bir şekilde eşitsiz olduğu söylenen bir seçimin sadece kazananı olduğunu ve kaybedeni olmadığını göremiyorlar! Dediğim gibi yönetimin seçimi kaybetmekle itham edilmesi bir algı değişikliğinin sonucudur.

Elbette CHP yöneticilerinin ve seçim kampanyası yürütücülerinin de çok ciddi hataları var. “Cumhuriyet tehlikede, rejim tehlikede, köprüden önceki son çıkış” gibi paniğe kapılan sloganlarla yandaşlarını korkutarak gruplandırdılar. Kısacası CHP, eski ve kolay bir süreç olan “biz ve onlar” hareketine bizzat katkıda bulundu. Kendisine oy vermeyen muhalif grubu düşmana çevirdi. Bunu yaparken tüm topluma kaygı ve endişe empoze etti. Doğal olarak, tüm toplumu kucaklayarak, her kesimine güvenme esnekliğini kaybetti. Böylece CHP son yıllarda kendisini kendi seçmeninin oyununa mahkum etmiştir. Bu yüzde yirmi beş.

Ayrıca kendi çekişmelerini de her zaman alenen sergilemişlerdir. Yani birlik ve beraberlikten uzak bir görüntü verdiler.

Bu durumda etrafını her an savaş tehdidi ve ekonomik sorunlarla saran ülkemiz insanlarının, iktidardan memnun olmasalar bile birlik ve beraberliği olmayan bir partiye oy vererek riske girmemeleri, destekçileri arasında beceriksizlik, zayıflık ve panik imajı veren. İstese de ulaşamadığı için giremeyeceği bilimsel bir sonuçtur. Devlet yardımlarıyla geçinen milyonları da unutmayın.

Yukarıda verdiğim yazıyı 2015 seçimlerinden sonra yazdığımı belirtmiştim. Gördüğünüz gibi, bu seçimde durum tamamen aynıydı. Yine muhalefet “durum çok kötü hatta hayatta kalma sorunu var” diye ısrar ederek yine “bu son seçim” kaygısını dayattı. Ancak, hükümetlerin kullandığı formül bu. Terör, doğası gereği insanları mevcut güce, güçlü gördükleri lidere bağlamaktadır. Hani bizim dilimizde bir atasözü vardır, “ırmaktan geçerken at değişmez”. Bu durumu çok iyi açıklıyor.

Kılıçdaroğlu, altılı bir tablo oluşturarak bu ayrımı düzeltmek için doğru bir adım atmıştı ama seçim kampanyası bayat vaatler ve çok kötü sloganlar üzerine kuruluydu. Birçok seçimde başarısız olduğu bilinen sözler tekrarlandı. Hatta önümüzdeki bayramda emeklilere on beş bin lira ikramiye verileceğini tüyler ürpertti.

Slogan ve afişlerin birçoğu gereksiz ve çirkin ifadeler içeriyordu. Örneğin “Size Söz” sloganı. Herkes bu ifadeye aşinadır, güven talep etme sözü. Genellikle güvenilmek için ikna etme çabasıdır. Ayrıca “sana söz” ifadesi kullanıldığına göre, içeriğini çok genel bırakmak yerine, toplumun yüzde doksanının rahatsız olduğu ve endişe duyduğu göçmen sorununu en azından dile getirseydi daha iyi olurdu. Yani, “Sana söz veriyorum, önce göçmen sorununu çözeceğim, herkes memleketine gönderilecek” diye ısrar etse, muhtemelen birinci tür iş biterdi. Bu sorun partiler üstüdür, tüm toplumun sorunudur.

Bu seçimde hala değişmeyen bir diğer hata da “biz ve onlar” ayrımıdır. Muhalefete bir kez daha destek veren birçok yazar ve uzman yorumcu, bilerek veya bilmeyerek kümenin ekmeğine yağ sürdü. Çeşitli mecralarda yaptıkları paylaşımlarda yaşam tarzları nedeniyle bu iktidara oy verenleri cahillik ve geri kalmışlık olarak nitelendirmeye başladılar. Hatta bu insanları hırsızlığa ve kanunsuzluğa yatkın insanlar olarak tanımlayanlar bile olmuştur. Üstelik milyonlarcası devletin yardımıyla yaşayabiliyor. Asıl cehalet, bu gerçekleri görmeden yapılan yorum ve suçlamalardır.

Bilin ki, anne ve babası Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan 80 milyon insan adeta bir vücut gibidir. Çabuk, herkes bu ülkenin düzgünlüğünü istiyor, asla bilerek ihanete kalkışmıyor. Bir şey varsa, yanılmışlardı. Peki, toplumun kusurları var mı? Elbette var, hatta çok büyük hatalar bile yapabiliyorlar. Ancak bu hatalar, dışlanıp bilgisizlikle suçlanarak değil, ancak bilim ve doğru bilgilerle düzeltilebilir. Başka yolu yok. Ayrıca bu tür sosyal hata ve yanlışları sadece cehalet ile açıklayamazsınız.

Böyle düşünenler unutulmamalıdır ki, geçmişte dünyanın en büyük bilgi toplumlarından biri olan Almanya, bilimsel ilerlemesine rağmen Hitler gibi bir delinin peşine düşmüştür. Aslında, aralarında Nobel ödüllü bilim adamlarının da bulunduğu birçok bilim adamı, Hitler’in amacına hizmet eden kimyasal silahlar ve diğer teçhizatı üretti. Dolayısıyla toplumlardaki bu tür kusurlar her zaman cehaletin sonucu değildir. Ve bilimsel bir açıklaması olmalı. Le Bon’dan kısa bir bilgi okuyalım:

“Câhil ile âlim, kalabalığın içinde bir kez, olayları objektif bir şekilde değerlendirme konusunda aynı seviyeye inerler. Çok yüksek bir zekaya sahip olmanızın bir önemi yok.”***

Bilindiği gibi cehalet, o toplumdaki aydınlar tarafından giderilebilecek marazi bir durumdur. Bu toplum yüzyıllardır cehalete sürüklendiyse, sorun tamamen cehaleti ortadan kaldıracak yöneticilerin ve aydınların cesaretsizliğinden veya gafletindendir.

Unutulmamalıdır ki cahil denen bu toplum, Atatürk gibi bir liderin okuma yazma oranı yüzde on bile değilken yaptığını başarmıştır. Demek analiz yine Atatürk’te!

Sonraki bölüm “Entelektüel Bağnazlık”…

* Sigmund Freud. Kitle Psikolojisi ve Ego Analizi, s.19

** Gustave Le Bon’un (1895). Kalabalık: Popüler Aklın İncelenmesi

***Gustave LeBon. Kitlelerin Psikolojisi, s.31

instagram

heyecan

Facebook

bağlantılı

Bu makalede ortaya konulan fikir ve yaklaşımlar tamamen yazarlarının özgün fikirleri olup, Onedio’nun yayın politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu